ABD Başkanı Barack Obama’nın 2008 seçimleri sırasında kullandığı oto-biyografik konuşma tarzı, konulara kişisel tecrübelerinden ve ülkesinin tarihinden örneklerle yaklaşması, inandıklarını dinleyicilerinin hassasiyetlerine saygı göstererek ama gerektiğince açıklıkla ifade etmesi artık yerleşmeye başlayan bir üsluba dönüştü. Üzerinde yoğun çalışmanın yapıldığına kuşku olmayan ve aylardır dünya kamuoyunda beklentilerin canlı tutulduğu Kahire Üniversitesi’ndeki konuşması da bu tarzda kaleme alınmıştı.
Tümüne bakıldığında beklendiği kadar eleştirel olmayan; alkış almaya dönük, şov kısmı yoğun bir konuşma olduğu söylenebilir. Ama Başkan Bush’un Müslüman bir ülkedeki son konuşması ve kendisine fırlatılan ayakkabı hatırlanacak olursa, Obama’nın “başarılı” bir konuşma yapması için çok fazla şey yapması da gerekmiyordu. O da her şeyi çözmeye çalışan “büyük” bir konuşma yerine, ABD ile İslam dünyası arasında “yeni başlangıç” arzusunun öne çıktığı bir konuşma yaptı.
İyi hazırlanan konuşmada Obama, her ne kadar Bush döneminin hatalarından kendini uzak tutmaya ve mümkün olduğunca ortak noktalara vurgu yapmaya çalıştıysa da, konuşma kaçınılmaz bir medeniyetler farklılığı üzerine oturmuştu. Bush döneminde olduğu gibi medeniyetler arası çatışma/diyalog ikilemi üzerinden ortaya koyulmasa da, bu durum “ortak yanları bulunan” iki tarafa yapılan sık vurgu nedeniyle konuşmada ifade edilmeyen farklılıkların da olduğunu akla getirdi. Obama’nın ele almayı seçtiği konular (radikalizm, Filistin-İsrail anlaşmazlığı, nükleer silahların yayılması, demokrasi, dini özgürlükler, kadın hakları ve ekonomik kalkınma), Clinton döneminden beri gelen bir sürekliliğe işaret ediyordu. Hatta Bush döneminin Genişletilmiş Orta Doğu girişimin alt başlıklarını neredeyse aynen sıralayarak, değişenin muhtemelen sadece yöntem olduğunu da ortaya koydu.
Konuşmanın anahtar kavramı karşılıklı çıkar ve güvenin eklendiği “yeni bir başlangıç” ifadesiydi. Obama, konuşmasının başlangıcında ortak noktaların üzerinden geçerek ve kutsal kitaplardan alıntılar yaparak dinleyicilerin kendisini kabul etmesini sağladı. Ailesinin Müslüman bağlantılarından, İslamın barışçı karakterinden, ülkesinde İslamı seçerek huzur bulanlardan ve İslam dünyasının bilime yaptığı katkılardan bahsederek, dinleyicileriyle yakınlaşmaya çalıştı. Obama’nın ortak acılardan bahsetmesi, El-Kaide’nin adını anmadan 11 Eylül’den ve Müslüman dünyasında küçük bir azınlık oluşturan şiddet yanlısı radikallerden bahsetmesi, Bush döneminin aksine tek taraflı bir “düşman” oluşturmaktan kaçınma arzusu olarak yorumlanabilir. Çok dikkatli bir şekilde masum insanların öldürülmesine karşı çıkanlarla İslam adına konuştuklarını iddia eden radikalleri birbirinden ayırmaya çalışması, karşılıklı negatif yargıların varlığından bahsetmesi ve konuşmasını da büyük ölçüde önyargıları kırmak üzere planlanmış olması önemli unsurlar olarak öne çıktı.
Irak’ın bir “tercih savaşı” olduğunu vurgulaması, dış politika felsefesinin Bush’dan farkını ortaya koyma çabası olarak görülmelidir. Obama’nın dış politikasında müdahalecilikten ziyade ikna, diplomasi ve uluslararası oydaşma arayışına yöneleceği artık açıkça ortaya koyulmuş durumda. Ancak Obama, ABD-İslam dünyası ilişkilerinin ancak karşılıklı iyiniyet girişimleriyle gelişebileceğini de vurguladı.
Benzer bir tarz İsrail-Filistin sorunu konusunda da ortaya çıktı. ABD’nin İsrail’le bağlantısının gücüne ve altı milyon Yahudinin Nazilerce öldürüldüğünü reddetmenin “temelsiz, cahilce ve nefret dolu” olduğuna yapılan vurgu, Filistine destek ve işgalden acı çeken Filistinlilerin durumun kabul edilemez olduğuyla dengelenmişti. Çözümün nasıl olabileceği konusuda yeni bir fikri olmayan Obama, iki devlete destek verdi, yol haritasına bağlılığını açıkladı ve iki tarafın sorumluğuna vurgu yaptı.
İran konusunda herhangi bir ön şart olmadan daha ileri gitmeye hazır olduğunu ifade ederken, ilk kez İran’a karşı açık bir tehdit dile getirmekten ve Bush döneminin çok kullanılan “bütün alternatiflerin masada olduğu” formülasyonundan kaçındı. Konuyu Orta Doğu’da olası bir nükleer silahlanma yarışı bağlamında ele alarak, burada da cepheyi genişletmeye ve ABD’yi yalnızlıktan kurtamaya çalıştı.
Biraz da konuştuğu ülkenin özelliklerinden olsa gerek, demokrasi söyleminde Bush’dan daha yumuşaksa da, bu konudan kaçınması mümkün değildi. Zorla rejim değiştirme çabasının sonuna işaret etmekle birlikte, yine de halkının arzularını yansıtan hükümetleri tercih ettiğini söylemekten kaçınmadı. Demokrasiyle bağlantılı ele alınabilecek dinsel özürlükler ve kadının toplumdaki yeri konularında da sıklıkla İslam’ın hoşgörü geleneğine vurgu yapması ve bu konularda Batı ile İslam dünyasında ilerlemeler gerektiğinden söz etmesi önemliydi; ama yine kafasında “iki farklı taraf” gördüğü izlenimi mesajındaki olumlu havaya gölge düşürdü.
Dinleyicilerine değişimden korkmamalarını hatırlatan Obama, “doğru yolu seçin, kolay yolu değil” diyerek de kendisini iktidara taşıyan “yeni bir baçlangıç” ve “değişim” arzularını küresel düzlemde bir kere daha dile getirdi. Obama’nın Kur’an, Tevrat ve İncil’den alıntılarla bitirdiği 5847 kelimelik konuşması, yine dinleyicilerinde daha fazlasını duyma arzu ve “yeni ne söyledi” merakı uyandırarak sona erdi.