Bu rekabette RF, eski Sovyet ülkelerini BDT Güvenlik Örgütü ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi oluşumlar çerçevesinde toplamaya çalışır ve kendisine yakın politikalar izleyen liderlere destek verirken, ABD bölge enerji kaynaklarını RF’nin kontrolünden kurtarmak ve Rusya yanlısı politikalar izleyen liderleri değirmek için renkli devrimler planlamaya yöneldi. Ayrıca, 11 Eylül sonrasının işbirliği ortamını ve Afganistan operasyonunun lojistik ihtiyaçlarını kullanarak, Romanya’dan Özbekistan’a geniş bir alanda üsler ve uçuş hakları elde etti. Son aylarda bir taraftan ABD planlarının anahtar projelerinden olan Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) projesinin bitime yaklaşmış olması, diğer taraftan Gürcistan, Ukrayna ve son olarak da Kırgızistan’daki değişimlerden sonra yeni hedef arayışlarının başlaması ve son olarak da ŞİÖ’nün Orta Asya’daki Amerikan üslerinin ne zaman boşaltılacağı sorusuyla yeniden gündeme gelmesiyle, Öz Büyük Oyun’un devam etmekte olduğunu bir kere daha hatırladık.
ABD’nin stratejisi son bir yıl içerisinde gayet belirginleşti: Eski Sovyet alanında Hazar Havzasından dünyaya uzanabilecek stratejik boru hatları güzergahları üzerinde veya yakınında bulunan ülkelerdeki baskıcı ve Rusya yanlısı ya da ABD ile Rusya arasında denge kurmaya yönelen rejimleri açık ya da gizli ABD desteği ve parasıyla birer birer değiştirmek. Gürcistan’da Gül Devrimiyle başlayan ve Ukrayna’da TuruncuDevrimle devam eden süreç, Kırgızistan’da beklenenden önce yaşanan Lale Devriminden sonra şimdi yeniden Kafkaslara döndü ve Azerbaycan’a odaklandı.
Gürcistan’da Şevardnadze’yi devirerek iktidara gelen ABD eğitimli Saakaşvili önce ülkenin dağlık bölgelerinde konuşlanan “El-Kaide bağlantılı Çeçen köktendincilerle mücadele için” ABD askeri uzmanlarını davet etti, ardından ülkesini NATO ve AB üyeliklerine hazırlayacak girişimleri başlattı. Her ne kadar Çeçenlere karşı ne gibi girişimlerde bulunulduğu henüz belirgin değilse de, doğrudan Amerikan ekonomik ve askeri yardımları hem Gürcistan’ı hem de Saakaşvili iktidarını en azından BTC hattı sonbaharda kullanıma açılana kadar ayakta tutacak gibi gözüküyor.
Ukrayna’da ABD destekli Viktor Yuşçenko ve onun gaz milyarderi Başbakanı Yulia Timoşenko hükümeti, bir taraftan Turuncu Devrimin ilk heyecanının ardından gündeme gelen ekonomik sıkıntılarla uğraşırken, diğer taraftan Rusya’ya bağımlılıktan uzaklaşmalarını sağlayacak projeler geliştiriyorlar. 16 Haziran’da Kiev’de “demokratik” Ukrayna’ya yatırım imkanlarını tartışmak için toplanan özel Davos Dünya Ekonomik Forumu’nun ardından, Hazar’dan Ukrayna üzerinden Polonya’ya gidecek yeni bir petrol ve gaz boru hattı güzergahının planlandığını açıklandı. Timoşenko, bu girişim için ABD Dışişleri Bakanı Codoleezza Rice’ın eskiden danışmanlığını yürüttüğü Chevron firması ile görüşmelerde bulunduklarını açıkladı. Turuncu Devrim öncesinde Kuçma’nın Ukrayna’yı Batı’ya bağlaması planlanan Odesa-Brodi hattını askıya alarak Rusya’yla yakınlaşması ABD’nin Yuşçenko’ya verdiği desteği tetiklemişti. Şimdi aynı konu Chevron’la görüşülüyor. Aynı zamanda, Gaz de France şirketiyle de Rus gazının İran gazıyla ikame edileceği bir başka proje için görüşmeler sürüyor. Bu iki projenin gerçekleşmesi, Ukrayna’yı enerjide tamamiyle Rus bağımlılığından kurtaracak ve dış ilişkilerinde rahatlatacak.
Kazakistan ise bir taraftan daha önce katılmayı reddettiği BTC projesine petrol verme girişimlerini yeniden başlattı, diğer taraftan Ukrayna’yla yeni kurulması planlanan hattı kullanma konusunda görüşmelere başladı. Ukrayna projesinde gündeme gelen Chevron, Kazakistan’ın Tengiz petrollerini işleten konsorsiyumun da lideri. Bu arada, sonbaharda kullanıma alınması planlanan BTC hattının güvenliğini, iktidara taşıdığı Saakaşvili’yi ABD askeri danışmanlarıyla destekleyerek ve Gürcistan’ı NATO-AB üyeliği yoluna sokarak güvenceye alan ABD’nin (Abdullah Öcalan’ın paketlenerek Türkiye’ye teslimini de unutmayalım!..) ilgisi şimdi de Azerbaycan’a yönelmiş durumda.
BTC hattının ekonomik olmadığını iddia eden BP’nin fikir değiştirmesinde etkili olan kişi Clinton döneminde BP’nin danışmanlığını sürdüren eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniev Brzezinski’ydi. Brzezinski, aynı zamanda ExxonMobil’in başkanı Tim Cejka, eski ABD Dışişleri Bakanları Henry Kissinger ve James Baker’la (2003’de Tiflis’e gidip Şevardnadze’ye Vaşington’un iktidarı Saakaşvili’ye devretmesini istediğini söylemişti) baba Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Brent Scowcroft’la birlikte ABD-Azerbaycan Ticaret Odası’nın yönetim kurulu üyeliğini sürdürüyor. Bu isimlere, Başkan Yardımcısı olmadan önce Dick Cheney’nin de katılmış olduğunu düşünürsek, şu andaki yönetim için Azerbaycan’ın ne kadar stratejik öneme haiz olduğu rahatlıkla görülür.
Tüm bu gelişmeleri takip eden bölge uzmanlarının artık Azeri devriminin rengini tartışmaya başlanmış olmaları şaşırtıcı değil. Zaten, Başkan Bush’un 10 Mayıs’da Tiflis’in Özgürlük Meydanı’nda konuşurken, ABD’nin güvenliğinin ve “gerçek istikrarın herkesin özgürlüğüne dayandığını” ve artık Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu’da “kalpleri özgürlük ateşiyle yanan gençlerin bu taleplerini elde edeceklerini” söylemesi Avrasya coğrafyasının tüm amatör devrimcilerine açık bir çağrıydı. Azeri muhalefetinin önemli isimlerinden İsa Gamber’in İstanbul’da Açık Toplum Enstitüsü’nün kurucusu George Soros’la görüşmesinin yanı sıra, ABD’nin National Endowment for Democracy, Freedom House ve National Democratic Institute (NDI) gibi kuruluşlarının çok aktif oldukları Azerbaycan’da Gürcistan, Ukrayna ve Sırbıstan’ı hatırlatacak şekilde örgütlenmekte olan Yeni Fikir, Magam, Yok ve Azerbaycan Turuncu Hareketi isimli gençlik örgütlerine destek verdiklerini görüyoruz. Aynı zamanda, Ukrayna’da muhalefeti iktidara taşıyan sürecin başlamasında sandık başı sonuçlarının ne kadar önemli olduğunu hatırlarsak, ABD’nin Büyükelçisi Reno Harnish’in Kasım’daki seçimlerde sandık başı yoklamasını finanse etmeye hazır olduklarını açıklamasından hareketle, Haydar Aliyev’in ardından iktidara gelişinden beri demokratikleşme yolunda hemen hiç adım atmayan İlham Aliyev’in büyük ölçüde Vaşington’da gözden çıkartıldığı sonucuna ulaşmak mümkün. Bunda, 12 Nisan’da dört ay içerisinde ikinci defa Bakü’ye giden ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in İran ve Rusya’da büyük rahatsızlık uyandıran Azerbaycan’da ABD üssü açılması talebine Aliyev’in bir türlü kesin cevap verememiş olmasının da etkisi var.
Tüm bunlardan sonra sıranın Kazakistan petrolü ve Türkmenistan gazını Hazar’ın altından geçirerek Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye üzerinden Batıya bağlamaya geldiğini gören ve bu durumda büyük ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarının doğu yerine tamamiyle batıya doğru akacağını hesaplayan Çin’in girişimleriyle Şanghay İşbirliği Örgütü, 5 Temmuz’daki toplantısında Hindistan, Pakistan ve İran’ı örgüte gözlemci statüsünde katılmaya davet ederek, bölgedeki ABD üslerinin boşaltılması için bir takvim belirlenmesini istedi. Çin ve Rusya’nın yanı sıra, bu talebin ardında, 11 Eylül sonrasında ABD’yle yakınlaşan ama kamuoyunda artan tepkiler sonucu Amerikan yönetiminin araya mesafe koymaya başladığı Özbekistan’ın baskıcı lideri Kerimov’un olduğu da söyleniyor. Özellikle Mayıs ayında Andican’daki hareketliliği şiddetle bastırmasının ardından ABD’yle yollarının ayrıldığı ve bu ilişkiyi dengelemek için Kerimov’un Moskova’ya yakınlaşmaya başladığı gözleniyor. Ağır toplar arasında sıkışan Kırgızistan’da ise George Soros’un ifadesiyle “sivil toplumu yeterince olgunlaşmadan” gerçekleşen “devrimle” iktidara gelen ve bunu 10 Temmuz seçimleriyle pekiştiren Kurmanbek Bakiyev de bu talebe destek verdi. Ekonomisi tamamen çökme noktasına gelmiş Kırgızistan’da ABD’nin Özgürlükleri Destekleme Yasası çerçevesinde sadece 2004’de 12 milyon dolar dağıtmasının yanı sıra, seçimlerde çok aktif olan Demokrasi ve Sivil Haklar Koalisyonu’nu ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından fonlanan NDI’nın ve bağımsız-muhalif medya organlarını da büyük ölçüde yöneticiliğini eski CIA direktörü James Woolsey’in yaptığı Freedom House’un finanse ettiği düşünüldüğünde, Avrasya’daki demokrasi mücadelesinin çerçevesi daha iyi anlaşılır.
1990’lı yılların başında bölgede sahip olduğu avantajı önce Orta Asya’da, 2001’den sonra da Kafkasya’da kaybeden Türkiye ise tüm hızıyla devam eden Büyük Oyun’da şimdilik izleyici olarak yer alıyor ve ABD’nin girişimlerinin kısa vadede kendisine zarar verecek noktaya taşınmaması için gayret sarfediyor. Bu çerçevede, özellikle Kasım’daki Azerbaycan seçimleri büyük önem taşıyor. Sadece bu ülkedeki herhangi bir gerginliğin Türkiye’ye yansımalarının olma ihtimalinden dolayı değil, fakat Azerbaycan’ı bugüne kadar her alanda destekleyip yönlendirmiş olmasından kaynaklanan bir sorumluluk duygusuyla Türkiye, Bakü’nün yeni bir renkli devrime sahne olmasını görmek istemiyor. Bunu engellemek için fazla zaman ve İlham Aliyev’i bir an önce demokrasiye yönlendirme dışında fazla bir alternatif kalmadığı açık. Demokratik olmayacak seçimler sonucunda Bakü’de yaşanacaklar bir anlamda burayı “arka bahçesi” olarak gören Türkiye’nin de sorumluluğundadır. Bugüne kadar dış politikasında iktidardaki güçleri sonuna kadar desteklemiş olan Türkiye’nin Azerbaycan’da olası bir kanlı çatışmayı önlemek için Aliyev’in yanısıra, aynı zamanda, muhalif liderlerle de görüşmekte olduğunu ummak çok büyük bir saflık mıdır?
Bu yazı 08.09.2005 tarihinde Akşam Gazetesi’nde yayımlanmıştır.