11 Eylül’den sonra dünya jeopolitiğinde öne çıkan Karadeniz bölgesi, son iki yıldır özellikle ABD’nin temel ilgi noktalarından birine dönüştü. Önce akademik toplantılarda dile getirilen “Geniş Karadeniz” kavramı artık diplomatik/siyasi düzlemde de kullanılır oldu. Büyük Orta Doğu’ya açılan kapı olarak algılanan bölgenin Batı’ya entegrasyonu ABD’nin ve AB’nin temel hedefi haline geldi. Bunun yolu olarak görülen strateji ise bir taraftan bölge ülkeleri üzerinde baskı kurup “devrim” süreçlerini tetikleyerek Batı yanlısı rejimleri iktidara taşımak, diğer yandan bölgesel oluşumlara her aşamada dahil olmak. Ayrıca, NATO ve AB genişlemesi de zaman zaman havuç olarak sunuluyor. Bu ikili stratejinin pratikteki uygulamalarını Ukrayna ve Gürcistan’daki Batı destekli iktidar değişiklikleri, Azerbaycan’da konuşulan rejim değişimi senaryoları, Belarus’a uygulanan baskılar, ABD’nin Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne gözlemci olma başvurusu ve NATO’nun Active Endeavour operasyonunu Karadeniz’e taşıma çabalarında gördük.
Batı’nın (özellikle ABD’nin) bu girişimlerine, her adımda bölgedeki nüfuz ve etkinliği azalan Rusya Federasyonu karşı çıkmaya çalışıyor. Rusya’ya bu konuda zaman zaman destek olan beklenmedik müttefik ise Irak sonrasında bölgesel çıkarları ABD’nin küresel çıkarlarından ayrışan Türkiye. Soğuk Savaşın ardından Rusya’yı çatışmacı olmayan çok taraflı işbirliği zeminlerine (örn. KEİB ve Blakseafor) çekmeyi başaran Türkiye, adım adım oluşturduğu yapının ABD baskısı altında dağılmasını engellemeye çalışıyor. Bu ise, ABD ile bölgenin Batı sistemine yeni entegre olan arzulu ülkelerinin çeşitli suçlama ve baskılarını gündeme getiriyor. Bu çerçevede, şu anda Karadeniz’e yönelik “Batı projesi” Türk ve Rus karşıtlığında gelişiyor. Rus karşıtlığı, Soğuk Savaş dönemi ve sonraki gelişmeler dikkate alınınca normal; fakat Türkiye karşıtlığını bununla açıklamak mümkün değil. Bazı bölge uzmanları tarihte bu bölgenin Türk, Rus veya Türk-Rus ortak gölü olduğunu ve bölgenin hakimi olan ülkenin kendi çıkarına uygun şekilde Karadeniz’i dışarıya kapattığına işaret ediyorlar. Bunlara göre, bugün de benzer bir durum sözkonusu. Türkiye ve Rusya işbirliği yaparak Karadeniz’de ortak Türk-Rus etki bölgesi oluşturmaya çalışırken, Batı (aslında kastedilen ABD) bölgenin demokratikleşme ve dışarıya açılımını zorlayarak buna karşı çıkıyor. Bu tür bir Rus (ve Türk) karşıtı konumlanmayı özellikle bölgede “ABD’nin yakın müttefiki” konumuna soyunan Romanya dile getiriyor; Bulgaristan ve Gürcistan genel olarak onaylıyor; Ukrayna uzaktan izliyor. Bu ülkelerde Türkiye’nin Karadeniz’de Rusya ile işbirliği yaparak ABD’nin bölgeye serbestlik, açıklık, demokrasi, insan hakları getirme ve bölgeyi Batı’ya entegre etme çabalarına engel olduğu görüşü yayılıyor. Bu ortamda Türkiye’nin dikkatli ve nüanslı bir politika izlemesi gerekliliği kendini belli ediyor.
Son dönemde Karadeniz’de ticaretten güvenliğe artan Türk-Rus işbirliği, durumu basitce Türkiye’deki “ABD karşıtlığı” bağlamında değerlendiren ABD’yi de rahatsız ediyor. ABD’yle ilişkilerdeki genel gerginliğin buraya da yansımasıyla birlikte ABD, Türkiye’nin uzun vadeli hesaplara dayanan bölge politikalarını reddederek, Türkiye’yi, temelsiz bir şekilde bölgede terör, yasadışı göç ile silah ve uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadeleye engel olmakla suçluyor. Bölgede kendilerine bir rol kapmaya çalışan ve kraldan fazla kralcı davranan Karadeniz ülkeleri de yangına körükle gidiyorlar. Örneğin, “NATO’ya girdik; AB’ye de giriyoruz; her ikisinin de bölgedeki temsilcisi olabiliriz” havası ile Amerikan kuvvetlerinin küresel yeniden konuşlanmasından pay kapmaya çalışan Romanya, bunun yolunun Karadeniz’de genel olarak işleyen fakat ABD’yi içermeyen KEİB ve Blackseafor gibi oluşumların gelişimini yavaşlatmaktan geçtiğini sanıyor. Bu çabalar aslında ABD’nin Irak sonrasında tüm dünyada her yerde bulunma arzusu ve dahil olmadığı girişimlere olumlu yaklaşmama tavrından besleniyor. Örneğin Romanya bir taraftan, bölgede yasadışı faaliyetlerle daha etkin mücadele edilmesini sağlayacak şekilde Blackseafor’un görev alanı ve yetkisinin artırılmasına teknik gerekçelerle karşı çıkarken, benzer faaliyetlerde bulunması için NATO’nun 11 Eylül sonrasında Akdeniz’de kurduğu Active Endeavour görev gücünün faaliyet alanının Karadeniz’e genişletilmesini istiyor. Hukuki, askeri ve siyasi açıdan sorunlu bu öneriye ABD’yle birlikte NATO’nun yeni üyeleri olumlu bakarken, Türkiye’yle birlikte eski üyeler sakıncalarının daha çok farkında gözüküyorlar.
Hukuki açıdan, öncelikle Active Endeavour’un NATO anlaşmasının 5. Maddesi çerçevesinde düzenlenen bir operasyon olması (yani müttefik ülkelerden birine yapılan saldırı sonucunda kurulmuş olması) sorun yaratıyor. Bölgede Müttefiklere yönelik bu tür bir saldırı durumu yok. İkinci olarak, Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin Karadeniz’de bulundurabilecekleri askeri gemilere sayı ve tonaj sınırlamaları getiren Montrö de önemli bir engel teşkil ediyor. Bu hukuki sorunu aşmanın bir yolu, Türkiye’nin NATO adına (veya diğer NATO üyeleri Bulgaristan ve Romanya ile Barış İçin Ortaklık üyesi Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’la işbirliği halinde) bölgede denetimlerde bulunması. Aslında Türkiye’nin Black Sea Harmony projesi tam da buna hitap ediyor. Fakat buna da ABD ve bölgedeki destekçileri karşı çıkıyorlar. Bu karşı çıkışın tek nedeni, önerinin ABD’yi dışarda bırakıyor olması ve yakın dönemde Rusya’yı bölgede sıkıştırmaya yönelen ABD’nin genel planlarına uymaması. Orta Doğu’dan sonra bölgesel çıkarları burada da ABD’yle çatışan Türkiye, Rusya’yı çok taraflı girişimlere dahil ederek, bölgedeki etkisinin sürmesine yardımcı oluyor.
Siyasi açıdan, pek çok NATO ülkesi (Türkiye’nin yanı sıra örn. Almanya ve Fransa) 11 Eylül sonrasının heyecanıyla Akdeniz’de “küresel terörizmle mücadele etmek” üzere oluşturulan Active Endeavour gücünün Karadeniz’de neyle mücadele edeceğini anlamıyorlar. Bunu terörle mücadeleden çok, ABD’nin etkinlik alanını genişletme çabasının yansıması olarak görüyorlar. NATO’nun Karadeniz’de daha fazla rol alması konusu İstanbul Zirvesinde ABD’nin önerisiyle görüşülmüş; fakat sadece Barış İçin Ortaklık projesinin bundan sonra Kafkaslar ve Orta Asya’ya odaklanması konusunda üzerinde anlaşma sağlanabilmişti.
Askeri açıdan ise, Karadeniz’de NATO güçlerinin Rusya ile karşı karşıya gelmesi ihtimali özellikle tecrübeli İttifak üyelerini rahatsız ediyor. Bölgede faaliyete geçecek bir NATO gücünün nükleer malzeme/silah taşıyan bir Rus gemisini denetim için durdurmaya kalkmasının ne tür istenmeyen sonuçlar doğurableceğini eski NATO üyeleri görebiliyorlar. Fakat, politikalarında giderek daha fazla ABD’yle özdeşleşen ve bundan askeri, siyasi, ekonomik avantajlar elde etmeyi uman Romanya, Bulgaristan ve Gürcistan gibi ülkeler bu tehlikeyi görmemeye çalışıyorlar. ABD’nin bölgeye demokrasi, liberalleşme, insan hakları vb getirmeye çalıştığını söyleyen bu ülkeler, kısa vadede ABD’nin küresel çıkarları ile uyuşan bölgesel/ulusal çıkarlarının, uzun vadede ayrışabileceğini fark edemiyorlar. Bunda, bir taraftan Soğuk Savaş döneminden kalma sert bir Rus karşıtlığının etkisi yadsınamaz. Diğer taraftan, Türkiye’nin 1950’lerdeki halini anımsatan bir şekilde, süper gücün gerektiğinde sadece kendi çıkarlarını korumaya yönelebileceğini unutmuş gözüküyorlar. Kuşkusuz onlar da zamanla öğrenecekler.