Mucize Adamdan Hayal Kırıklığına

06 Temmuz 2010

Bu yazı 06.07.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

ABD Başkanı Barack Hussein Obama'nın "Yes we can - Evet, yapabiliriz" sloganıyla seçimleri kazanıp 20 Ocak 2009'da göreve başlamasının üzerinden bir buçuk yıl geçti. Seçim sürecinde dünya kamuoyunun da sempatisini kazanan ve Bush sonrası için daha adil bir uluslararası düzen beklentilerini yükselten Obama'nın hayal kırıklığına dönüşüp dönüşmediği şimdiden tartışılmaya başlandı. ABD'de başlayan tartışma, vaat ettiği değişimin gerçekleşmemesi, beklentilerin azalması ve hayatın gerçeklerinin iyimserliği büyük ölçüde törpülemesiyle dünyaya yayıldı. Öyle ya; küresel güç ABD'nin nasıl yönetildiği artık sadece Amerikan vatandaşlarını ilgilendiren bir mesele değil. Politikalarıyla tüm dünyayı etkilediği için, Obama'nın başarı ya da başarısızlığının değerlendirilmesi de dünya çerçevesinde oluyor.

ABD'deki durum

Her politikacı gibi Obama da pek çok vaatte bulunarak başkanlık koltuğuna oturdu. Onun farkı, kendisinden beklenenlerin küresel düzeyde olmasıydı. Fakat daha yerel ve güncel beklentileri olan Amerikan halkının orta-uzun vadede gerçekleştirilebilecek küresel vaatlerden sıkılması uzun sürmedi. Göreve geldiğinde önünde küresel bir finansal kriz ve iki savaş bulan Obama, kendisinden beklenen mucizeyi, beklenen sürede gerçekleştiremedi. Özellikle finansal krizi çözmek için getirdiği öneriler çok sayıda firmayı kurtararak ekonomide belirli bir iyileşme sağladıysa da çalışanların ekonomik durumlarının iyileşmesine katkı yapamayınca, halkın değil şirketlerin yanında duran bir görüntü verdi. Durum böyle olunca eleştiriler hızla yükselmeye, verilen destek giderek düşmeye başladı. Bunun en somut göstergesi, 2010 başında yenilenen seçimlerde Demokratların kaleleri gördükleri Massachusetts'i Cumhuriyetçilere kaybetmeleriydi. Obama için kötü gidişatı duraklatan, martta Kongre'den zor da olsa geçirdiği sağlık reformu oldu. Küresel güç ve dünyanın en zengin ülkesi ABD'de sağlık sigortası olmayan yaklaşık 35 milyon kişinin bu imkâna erişmesi önemli bir konu. Pek çok başkanın denediği ama yoğun muhalefet karşısında vazgeçtiği bu konuda Obama'nın kararlılığı başarı hanesine yazılmalı. Yine de tasarının yasalaşması sürecinde verdiği sözlerin orta-uzun vadede kendisine zor talepler olarak döneceği de açık. Zaten, ortaya çıkan olumlu hava da uzun sürmedi; nisan sonunda Meksika Körfezi'nde BP'nin kazdığı kuyuda başlayan yangından sızmaya başlayan petrol sadece çevre kirliliğine neden olmadı; çözüm bulma uzadıkça Obama iktidarını da sarsmaya başladı. Yeterince kararlılık göstermediği düşünülen Obama yönetimi artık damla damla eriyor.

Dış politikada yeni bakış açısı

Obama'nın göreve gelişiyle en büyük değişikliğin dış politikada yaşanması bekleniyordu. Başkan Bush'un kendi adıyla anılan doktrin çerçevesinde izlediği tek taraflı ve güce dayalı politikalar, tüm dünyada olduğu gibi, ülkesinde de yoğun tepki çekmişti. Dolayısıyla Obama'nın farklı dış politika anlayışı, seçimleri kazanmasında önemli bir etkendi. Nitekim, mayısta açıkladığı yeni ‘Ulusal Güvenlik Stratejisi' belgesiyle Obama, iktidara geldiğinden beri savunduğu diyalog ve işbirliği yaklaşımı ile çok taraflı diplomasinin askeri gücün önüne geçmesi anlayışını resmileştirdi. Obama'nın bu bakış açısıyla dış politikada attığı adımların sonuçları biraz karışık.

Nükleer silahlardan arınmış dünya hayaline 8 Nisan'da Rusya ile imzalanan, silah başlıkları ve fırlatıcılarının sınırlandırılmasına yönelik anlaşmayla biraz daha yaklaşıldığı kabul edilmeli. Bush döneminde açık karşıtlığa dönüşen ABD-Rusya ilişkilerini bu noktaya getirmenin kolay olmadığı ve önemli bir dış politika başarısı olduğu da ortada. Gelişen işbirliğinin önemli bir yansıması İran'a yönelik yaptırımlara direnen Rusya ile Çin'in 13-14 Nisan'da Washington'da 47 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen Nükleer Güvenlik Zirvesi'nde ikna edilmeleri ve 9 Haziran'da BM Güvenlik Konseyi'nden yaptırım kararının çıkarılması oldu. Benzer şekilde, Obama'nın İsrail'in Gazze'ye kurmak istediği yerleşim yerlerine karşı çıkması da içerde pek sempati toplamasa bile uluslararası alanda olumlu yankılandı.

Hesaplar tutmayabilir

Fakat Irak ve Afganistan'da sürmekte olan müdahaleler, ABD için ciddi riskler içermeye devam ediyor. Obama en başından beri savunduğu Irak'tan çekilme ve Afganistan'a ek asker gönderme hedeflerini kısmen gerçekleştirdi. Irak'taki tüm askerlerin 2011 sonuna kadar çekilmesi öngörülürken, Afganistan'a 30 bin ek asker gönderildi. Her ne kadar Afganistan'daki güçlerin de Temmuz 2011'den itibaren geri çekilmesi planlanıyorsa da bu konuda evdeki hesabın çarşıya uyma ihtimali çok düşük. Bunu en iyi bileceklerden biri Başkan Obama. Benzer bir sorunu Guantanamo Üssü'nün kapatılması takviminde halen yaşıyor. İktidara geldiğinde bir yıl içinde kapatmayı vaat ettiği üsteki mahkûmların ne olacağına hâlâ karar verilebilmiş değil; üs de yerinde duruyor.

Afganistan'daki Amerikan ve NATO güçlerinin komutanı Orgeneral Stanley McChrystal'in Obama yönetimine ve Afganistan'daki mücadeleye yönelik basına yansıyan eleştirileri de işin kolay olmadığını gösterdi. McChrystal'in 23 Haziran'da görevden alınması Obama'yı içeride siyaseten bir miktar rahatlatmış olabilir; ama bu, Afganistan'da işlerin yoluna girdiği ya da gireceği anlamına gelmiyor. Dolayısıyla Obama yönetiminin dış politikadaki kırılma noktasının Irak'tan çok Afganistan olacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Son birkaç ayda attığı adımlarla kendisinden beklenen değişimi sağlama konusunda ağır aksak ilerlemeler sağladıysa da Obama'nın bunların devamını getirip getiremeyeceği sorusu içerisinde ciddi kuşkuları barındırıyor. İzleyip göreceğiz...