Uluslararası Alanda Aktör Olmak

31 Mayıs 2010

Bu yazı 31.05.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Türkiye ilginç bir ülke. Gündem dayanmıyor. İçerde anayasa değişikliği, maden faciaları, Kılıçdaroğlu'nun yükselişi derken dışarıda Başbakan Erdoğan'ın bir güne sığdırdığı 3 ülke ziyareti, Yunanistan açılımı ve hepsinden önemlisi İran'la sağlanan anlaşma son günlerin en çok konuşulan konuları oldu. Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun ısrar ve inadıyla taşıdığı süreç Brezilya Devlet Başkanı Lula, Başbakan Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın katılımıyla imzalanan anlaşmayla sonuçlandı. Başbakan'ın ‘diplomasi zaferi' olarak nitelediği bu süreçte Türkiye'nin izlediği strateji ile sonrasında gelen tepkiler gelişmelere yakından bakmayı gerekli kılıyor.

İran'ın nükleer geçmişi

İran'ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri 7-8 yıldır tartışılıyorsa da aslında 1960'lara kadar giden bir tarihi var. Şah döneminde İran'a bu konuda destek veren ABD, 1967'de 5 megavatlık bir reaktörün faaliyete geçmesine ön ayak olarak nükleer enerji kapasitesi inşa etmesini desteklemişti. Dönemin şartlarında normal görülen bu durum, 1979 devrimi sonrasında değişti. Mevcut krizin fitili ise 2002'de İran'ın Natanz ve Arak'ta Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'ndan (UAEK) gizli uranyum zenginleştirme faaliyetlerinde bulunduğunun ortaya çıkmasıyla ateşlendi. İran nükleer programını barışçıl amaçlarla yürüttüğünü iddia ettiyse de bu gizlilik ve ilerleyen yıllarda UAEK denetlemesinden kaçınması şüpheyi artırdı. Önce İngiltere, Fransa ve Almanya'nın girişimleriyle UAEK ile işbirliğine giderek zenginleştirme faaliyetlerini askıya alan İran, 2006 başında faaliyetlerine yeniden başladı. İran'ın bu tavrı üzerine BM gündemine giren konuya ilişkin Güvenlik Konseyi (GK) çeşitli yaptırım kararları aldıysa da İran'ı durdurmak mümkün olmadı.

Başarı sağlanamamasının en önemli nedeni ise GK üyelerinin yaptırımların çerçevesi konusundaki fikir ayrılıklarıydı. Fakat, 13-14 Nisan'da Washington'da toplanan ‘Nükleer Güvenlik Zirvesi'nde ABD, İran'a yönelik ağır yaptırımlara direnen Rusya ve Çin'i ikna etmeyi başardı. Buna karşılık sorunun diplomatik yollarla ve diyalogla çözülmesi gerektiğini savunan Türkiye, yanına benzer fikirleri savunan GK Geçici Üyesi Brezilya'yı da alarak arabuluculuk rolüne soyundu. ABD ise 20 Nisan'da doğrudan Obama'dan Erdoğan'a bir mektup göndererek Türkiye'ye endişelerini iletti.

Türkiye-Brezilya girişimi

Türkiye-Brezilya ikilisi, uzun müzakereler ve uykusuz gecelerin ardından İran'ı UAEK'nin yaklaşık sekiz ay önce talep ettiği noktada anlaşmaya ikna etmeyi başarınca, önce bir zafer havası esti. Anlaşmaya göre İran 1 ay içinde 1200 kilo az zenginleştirilmiş uranyumu Türkiye'ye teslim edecek, Viyana Grubu ise 120 kilo yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyumu, yakıt olarak kullanması için 1 yıl içinde Türkiye aracılığıyla İran'a verecekti.

Fakat bir taraftan ekimde benzer koşullar içeren bir anlaşmayı reddeden İran'ın tam da GK yeni yaptırımları görüşmeye başlayacakken anlaşmayı kabul etmesi, diğer taraftan anlaşmanın hemen ardından ‘zenginleştirme faaliyetlerine devam edeceği' açıklamasının gelmesi ilk heyecanı törpüledi. Takip eden uluslararası tepkiler ise Türkiye'deki başarı havasını biraz kızgınlık biraz hayal kırıklığına çevirdi. İsrail'in beklenen tepkisinin yanı sıra İngiltere Başbakanı Cameron'ın ‘anlaşmanın güven artırıcı bir adım olmakla beraber sorunu çözmediğini' belirtmesi ve ‘İran'ın uluslararası kamuoyunu oyalamak için anlaşmayı imzaladığına yönelik kaygıları olduğunu' dile getirmesi, ABD'nin GK üyeleriyle anlaştıklarını söyleyerek yeni karar taslağını sunması, en önemlisi de Rusya ve Çin'den beklenen desteğin gelmemesi Türkiye'de şaşkınlıkla karşılandı.

Aktör-figüran mücadelesi

Anlaşmadaki belirsizlikler, İran'ın artık 2000 kilonun üzerinde az zenginleştirilmiş uranyuma sahip olduğuna inanılması ve bu ülkeye duyulan güvensizlik, uluslararası alanda olumlu hava yaratmak bir yana, şüpheleri daha da artırıyor. Öte yandan, Batı basınında çıkan yazılara bakılırsa pek çok ülkenin başarısız olduğu böylesine önemli bir konuda, Türkiye ile Brezilya'nın ABD'nin yönlendirmesi olmadan, hatta belli ölçüde ABD'ye rağmen inisiyatif almaları GK'nin daimi üyelerini ve genel olarak Batılı ülkeleri rahatsız etti. Nitekim, daha anlaşmanın mürekkebi bile kurumadan, GK'nin daimi üyeleri ile Almanya'nın İran'a yeni yaptırımlar içeren karar tasarısı üzerinde anlaştıklarını açıklamaları, önümüzdeki dönem için önemli bir işaretti.

Görünen o ki, İkinci Dünya Savaşı'ndan beri uluslararası politikayı yönlendiren ülkeler, bu pozisyonlarını bırakmak istemiyorlar ve küresel politikada giderek öne çıkan gelişmekte olan ülkelerin etkinliğinden rahatsızlık duyuyorlar. Buna bir de Türkiye ve Brezilya gibi ülkelerin işbirliği yaparak, büyük güçlerin oyun planını bozmaları eklenince rahatsızlık daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor. O kadar ki, sonuçta elde edilen uzlaşı büyük güçlerin ulaşmayı istedikleri nokta olsa bile, Türkiye gibi ülkeler ‘evrenin hâkimleri'nden işaret almadan bunu gerçekleştirdiklerinde tepkiyle karşılaşabiliyorlar. Tabii bunda Türk siyaset ve diplomasi üslubuna son dönemde hâkim olan ‘üst perdeden konuşma' ve ‘sürekli meydan okuma' tavrının da etkisi var.

İran konusunda henüz işin sonuna gelinmiş değil. Tepkilere rağmen İran, öngörüldüğü şekilde, takas anlaşmasını kabul ettiğini UAEK'ye resmen bildirdi. İran'ın anlaşmayı kabul etmesini önemseyen BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon Türkiye ve Brezilya'ya destek verirken Başbakan Erdoğan dozu giderek artan açıklamalarla doğrudan Güvenlik Konseyi üyelerini hedef almaya başladı. Yine de durumu açıklığa kavuşturmak için acilen ABD'ye gitmek isteyen Dışişleri Bakanı Davutoğlu, "Türkiye gelişmelerden etkilenen değil, bunları belirleyen bir rol üstlenmek istiyor" derken aslında gelen tepkilerin de bir noktada arka planını ortaya koyuyordu: İran örneğinde görüldüğü üzere, hâkim güçler henüz Türkiye gibi ülkelerin figüranlıktan aktörlüğe yükselmelerine hazır değiller. Hele bunu meydan okur havada yaparlarsa.