AB'nin Kriz Yönetimi Başarısı

27 Nisan 2010

Bu yazı 27.04.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

14 Nisan'da İzlanda'da patlayan Eyjafjallajokull yanardağından çıkan kül bulutu Avrupa hava sahasının büyük kısmını kapatmanın yanı sıra karar mercilerindeki zafiyeti de gündeme getirdi. Neredeyse tüm havalimanları kapanır, binlerce uçuş iptal edilir, milyonlarca kişi mahsur kalır ve krizin maliyeti milyar dolara ulaşırken AB ülkeleri ulaştırma bakanları, Lufthansa Yönetim Kurulu Başkanı'nın ifadesiyle ‘utanç verici bir Avrupa karmaşasına dönüşen meseleyi' görüşmek için video konferansla ancak krizin 5. gününde bir araya gelebildiler. Avrupa'da II. Dünya Savaşı'ndan bu yana yaşanan en büyük sivil havacılık krizi artık büyük ölçüde aşılmış ve düzen geri gelmiş gözükse de krizin tetiklediği sorunların bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor. Kriz, zaten sorun yaşayan ekonomilere etkisinin ötesinde, AB ülkelerinin yönetememe ve lider zafiyetini bir kere daha hatırlattı.

Ekonomiye yanardağ darbesi

Uçuşların iptal edilmesinin getirdiği maliyetlerin yanı sıra yolcuların konaklama ve yiyecek masrafları, ithalat ve ihracatın olumsuz etkilenmesi, çalışanların işlerine dönememesi, hava taşımacılığının aksaması gibi pek çok soruna yol açan kriz, 11 Eylül saldırılarından daha büyük etki yarattı. Sadece Almanya örneğinde, Avrupa'nın 3. ve dünyanın 13. en büyük havalimanı olan Frankfurt'un yaklaşık 65 bin kişiye doğrudan ya da dolaylı istihdam sağladığı düşünülürse bir haftaya yayılan krizin boyutları daha iyi anlaşılabilir. Dünyayı sarsan ekonomik krizden yeni sıyrılmaya başlayan ekonomilerin böyle bir felaketle karşılaşması Avrupa çapında ekonomilere ağır darbe indirdi. Pek çok hava yolu şirketinin iflas etmesi gündeme gelirken ülkelerin bunu nasıl atlatacağı henüz belli değil. ‘AB Ulaştırma Bakanları Toplantısı'ndan krizden en çok etkilenen firmalara yardımda bulunulması kararı çıktıysa da bunun ne kadar çözüm sağlayacağı belli değil. Üstelik sadece British Airways günde 30 milyon dolar kaybettiğini söylerken tüm hava yollarının kayıpları nasıl karşılanacak? Günlerce havaalanlarında ya da otellerde konaklamak zorunda kalanların zararlarını kim karşılayacak? ‘AB Yolcu Hakları Bildirgesi'ne göre uçuş iptal eden hava yolları yolculara bilet paralarını ödemek ya da başka bir uçakla gönderene kadar masraflarını karşılamak zorundalar. Sigorta şirketleri hava muhalefeti dolayısıyla iptallerden kaynaklanan maliyetleri karşılamazken bugüne kadar sadece istisnai hallerde 1-2 gün için bu tür sorunlarla karşılaşan hava yollarının yolculara tazminattan kaçınmak için her şeyi yapacakları açık.

Kriz kontrol edilemeyecek bir doğa olayından kaynaklandığı için hükümetlerin sorumlu olamayacakları anlayışı doğru gözükmekle birlikte, gerçeğin tamamını yansıtmıyor. Bir kere, daha krizin 2. günü başta Lufthansa ve British Airways olmak üzere Avrupa'nın büyük hava yolları şirketleri test uçuşlarıyla uçakların motorlarının hasar görmediğini ortaya koydular. Ulusal otoritelerse bu verilere güvenmeyip, yanardağ tozlarını test edebilecek sensör takılmış balonlara da sahip olmadıklarından, kararlarını bilgisayar öngörülerine dayandırmaya devam ettiler. Alman Uzay Merkezi ancak krizin 7. gününde uygun aletlerle donanmış bir uçağı tehlikenin boyutunu tespit için havalandırabilirken Başbakan Angela Merkel ABD seyahatinden Portekiz, İtalya ve Avusturya üzerinden 3 günlük otobüs yolculuğuyla ülkesine dönebildi. Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği liderleri ‘tehlike değerlendirme, danışma, koordinasyon ve liderlik içermeyen' yöntemleri nedeniyle eleştirir ve çözüm üretmeye çağırırken Avrupa çapında bu tür bir krizle başa çıkacak bir kurumun bulunmadığı ve her ülkenin kendi başına olduğunun anlaşılması, AB bütünleşmesi fikrinin temelinde yatan sorunlara birlikte çözüm üretme ilkesinin ne kadar ciddiye alındığını gözler önüne serdi.

AB için ne ilk ne de son

Resmin bütününe bakıldığında, bu tür koordinasyonsuzluklar AB için yabancı değil. Mali sorunlar bir kenara, siyasi konulardaki ayrılıklar daha keskin, daha fazla ve sonuçları itibariyle çok daha çarpıcı. Son yıllarda yaşanan ABD'nin Irak müdahalesi, Türkiye'nin AB'ye üyeliği, KKTC'ye verilen sözlerin tutulamaması, ‘AB Anayasal Anlaşması'nın kabul edilememesi, Yunanistan'ın ekonomik sorunlarına çözüm bulunamaması ve son olarak yaşanan doğa felaketi gibi olayların hemen hepsinde AB'nin bir bütün olarak hareket etmede zorlandığı ve ortak tutum sergileyemediği görüldü. Elbette yirmi yedi üyeye sahip bir oluşumda çatlak seslerin çıkması normal. Fakat bu çatlakların giderilemeyip, sorunlara üyelerin birbirinden bağımsız karşılıklar vermeleri hem birlikteliğin ruhunu bozuyor hem de Avrupa dışına taşan yansımaları oluyor. Örneğin Yugoslavya'nın dağılma sürecindeki kararsızlık, başta Almanya olmak üzere bazı üyelerin ortak akıldan ziyade ulusal çıkarlarına göre hareket etmeleri, çatışmalar çığrından çıkınca müdahale etmedeki kararsızlıklar ve tüm bunların sonucunda yaşanan acılar henüz unutulmadı. Çok da geçmişe gitmeye gerek yok. Yanardağ külleri öncesinde borç batağındaki Yunanistan'a AB'nin bulduğu ‘çözüm' de sorunun vahametini ortaya koymaya yeter. İflasın eşiğindeki Yunanistan'a yardım için AB ancak çok geç olduğunda harekete geçebildi ve üyeler kapsamlı çözüm yerine geçici ve kısıtlı önlemleri tercih ettiler. Yardım konusundaki isteksizlik bir yana, Almanya'nın Yunanistan krizini gelecekte ortaya çıkacak benzer sorunlara verilecek karşılığı tespitte kullanmaya çalışması, sonunda çözüm için IMF'nin devreye girmesini gerektirdi. Bu durum AB'nin büyük önem verdiği parasal birlik konusunda dahi sorun çözmedeki başarısızlığının açık göstergesi. Benzer sorunların tekrar etmesi halinde nasıl önlem alınacağı ise şimdilik belirsiz.

Sorunun AB'nin yapısından kaynaklanan bir mesele olmayıp, daha çok Avrupa ülkelerinin bir süredir yaşadıkları liderlik krizinin yansıması olduğunu söyleyenler de var. Son dönemde İngiltere'de Tony Blair'in Irak'ta ABD liderliğini takip etmekten başka bir şey yapamaması, Almanya'da Merkel'in ekonomik krizlere gerekli önlemleri almakta gecikmesi ve Fransa'da Sarkozy'nin anlamsız bir Türkiye karşıtlığına takılıp kalması hep Avrupa'daki liderlik sorununa işaret ediyor. Yine de AB'nin karşılaştığı krizlerden öğrenen bir yapıya sahip olması gelecek için beklentileri artırıyor. Avrupa'da bu günlerde en çok dile getirilen umut, yeni nesil liderlerin yönetimleri devraldığında her şeyin daha güzel olacağı. Ne dersiniz, böyle bir AB'de Türkiye'ye hiç mi yer yok?